Türkiye’de uzun zamandır değişmeyen gelenek şudur: Baba sert, anne aşırı şefkatli.

Baba seni görmez, konuşmaz, diyalog kurmaz. Senin gözünde sadece bankamatiktir. Arada duygu bağı, ya torun olduğunda ya da baban yaşlandığında birazcık kurulur gibi olur. Ama o da yetmez.

Türk aile yapısında temel sorun bence şu: Vicdan. Sana “Sütümü helal etmem” diyen anne ile “Bak seni okutmak için gecemi gündüzüme kattım” diyen bir baba.

O vicdan küçük yaştan itibaren üzerine yıkılır ve omuzların genç yaşta düşer. O vicdan sende ne özgüven bırakır ne de gelecek.

Yani sözün özü başkaları için yaşarsın. Çünkü hayırlı evlat olmak zorundasındır. “Sonra el alem bize ne der?” diye başının eti yenir. 

Kendi çocuklarına bakmayan ya da görmezden gelen eş, dost akraba ailene gazı verir. Sen hep suçlusundur. Ne yaparsan yap yaranamazsın. Anneni her gün ararsın iki gün arayamazsın “Hayırsız evlat” ilan edilirsin. Baban karşısında bacak bacak üstüne atıp bir sigara yaksan “Ne zaman adam oldun da…” diye başlayan cümleler sıralanır sana.

Paran varsa bu kusurlar örtülür. Serseri yerine çapkın olursun ya da “Erkek adam değil mi yapacak elbette” diye övülürsün bile. Ama cebin delikse hane halkı seni evde kılıç-kalkan bekliyordur zaten.

Ama paran yoksa ağzınla kuş tutsan yaranamazsın. Cık cıklar eşliğinde “Bundan zaten adam olmayacağı belliydi” ya da “Serseri bundan bir şey olmaz” damgasını yersin. Buna komşuların aleyhindeki tezahüratları da eklenince sen zaten maçı başında kaybetmişsindir.

Sonra hayırlı kısmet zamanı gelir. Sen kendin bulduysan kabul edilmez. İlla ki komşu Ayşe Teyze’nin Hanım hanımcık kızı vardır ya da bir akrabanın yedekte bekleyen kızı. Flört ettiğin kızın ya göğüsleri küçüktür ya da dolmayı güzel saramıyordur. Ardından “Bak senin düğününü bile yaptık” şeklinde kafaya kakmalarla dünya evine girersin.

Dünya evine girdiğini zannederken cehennemin kapıları sana açılır. Eşinle-annen mutlaka çatışır. Sen hep var hakemi gibi pozisyonu izleyip iki tarafın da aleyhinde karar vermeyecek bir kararı bulmak zorundasındır.

Sonra eşinin ailesinin haftalık ev gezileri başlar. Kayınvalide-kayınpeder zaten vazgeçilmezdir. Ardından bunları kardeşler, kuzenler, onların çocukları izler. Baş başa kalalım dediğin hayalinle başladığın evlilikte her hafta sonu kendine evde oturacak sandalye ararsın. Çünkü koltuklar çoktan kapılmıştır. 

Vır-vır dönemi kısa süre sonra devreye girer. “Bak bizim Ayşe’nin kocası Mercedes aldı, ama ben metrobüslerde sürünüyorum” ajitasyonu başlar. Ayşe’nin kocasının illegal para kazanması sorun değildir, yeter ki kazansın değil mi? Bal tutan parmağını yalar ülkesi değil miyiz?

Sonunda anne-baba-kayınpeder-kayınvalide ve eşten oluşan ‘Bermuda Şeytan Üçgeni’nde bir gün patlarsın: Yeterrrr. Alırsın ceketi, erkeksin ya evden tek parça almadan çıkarsın. Ne de olsa ev kadınındır. 

Tekrar ana- baba ocağına eve dönersin. Kaos bitti zannederken bu kez yeni kaos başlar, “Ben dediydim zaten bundan gelin olmaz” teranesiyle.

Yani başladığın yere geri dönersin. 

Yeni bir mutsuzluğa yelken açmak üzere!

Sevgiyle kalın…