Tarih ağırlıklı yazılarımı mümkün mertebe, yazının konusu olan hadisenin yıl dönümüne tesadüf ettirmeye gayret ediyorum.

Ağustos ayı bu bakımdan hem kolay hem de zor. Çünkü bu ay Selçuklu ve Osmanlı atalarımızın zafer ayı. Yazıya konu olacak zafer bulmak çok kolay ama aralarında seçim yapmak zor. Malazgirt (1071), Otlukbeli (1473), Çaldıran (1514), Mercidabık (1516), Mohaç (1526) ve daha pek çok zafer hep bu ayda kazanılmış.

Özellikle hayattaki Osmanlı Hanedanı mensuplarını takip konusunda örnek aldığım ünlü tarihçi merhum Yılmaz Öztuna (1930-2012) bir yazısında bunun sebebini şöyle açıklamıştı: “Biz Batı Türklerinin yani Osmanlıların kış seferlerinden hoşlanmamasının bir sebebi, soğuğa nispetle sıcağa daha fazla tahammül göstermesidir. Sefer-i hümâyun denen padişahın bizzat başkomutanlık yaptığı seferlerde İstanbul’dan hareket, bahar aylarında başlardı. Düşmana erişilen en muhtemel ay da ağustostu. Sonbaharda ordu-yı hümâyun, zaferi kazanmış, düşmanı def etmiş veya ülke fethetmiş olarak kışlağına çekilirdi.”

ORTA AVRUPA DEVLETİ OLUYORUZ

Rumeli dediğimiz Avrupa topraklarının fethi daha Orhan Gazi zamanında başlamıştı. Padişahın büyük oğlu Gelibolu Sancakbeyi Gazi Süleyman Paşa bu sebeple “Rumeli Fatihi” olarak anılır. Onuncu padişah Kanûnî’nin 29 Ağustos 1521’de Belgrad’ı almasından sonra bütün Balkanlar fethedilmiş oluyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devleti artık bir Güney Avrupa devleti, Kırım Hanlığı toprakları sebebiyle de Doğu Avrupa devletiydi.

Ağustos ayı zaferlerimizin en muhteşemlerinden Mohaç’ın akabinde ise 637 yıllık Macaristan Krallığı tarihe karışıyor ve Osmanlı Güney Avrupa devleti olma konumundan Orta Avrupa devleti olma seviyesine çıkıyordu.

Mohaç Seferi, Kanûnî’nin on tanesi batıya, üçü de doğuya olan 13 adet sefer-i hümâyûnundan üçüncüsüdür. İkinci Engürüs Seferi’de denir. Kanûnî sefere çıkmadan hemen önce Peygamber Efendimizin bayraktarı Eyüp Sultan hazretlerinin, atası Fatih’in büyük saygı gösterdiği Şeyh Vefa hazretlerinin, dedesi Sultan II. Bayezid’in ve babası Yavuz’un kabirlerini ziyaret etti. 23 Nisan 1526 günü ordunun başında olarak İstanbul’dan ayrıldı. 26 gün sonra Filibe’de idi. Ordu Sofya ve Belgrad üzerinden Mohaç’a vardığında takvimler 28 Ağustos’u gösteriyordu. İstanbul-Mohaç arasındaki 1500 kilometrelik mesafe 128 günde alınmıştır. Belgrad ile Budapeşte arasında ve Budapeşte’ye 200 kilometre mesafede yer alan Mohaç, Büyük Macar Ovası’nın başlangıcını teşkil eder.

İKİ ORDU KARŞILAŞIYOR

Asli unsurunu Macarların teşkil ettiği, ancak bütün Avrupa devletlerinden birliklerin bulunduğu 150 bin kişilik Macar ordusu daha çok zırhlı süvarilerden teşekkül ediyordu. Yüz kadar da topa sahiptiler. Ordunun başında Kutsal Roma İmparatoru Şarlken’in kız kardeşi Maria ile evli olan Macar Kralı II. Layoş vardı. Osmanlı ordusu 100 bin kişi idi. Daha yeni dökülmüş 300 Osmanlı topu düşmanınkilerden çok daha üstün özelliklere sahipti. Ordunun merkezindeki kuvvetlere bizzat Kanûnî, sol kanattaki Rumeli sipahilerine Sadrazam İbrahim Paşa, sağ kanattaki Anadolu sipahilerine Behram Paşa kumanda ediyordu.

İki ordu 29 Ağustos günü karşı karşıya geldi. Kanûnî sabah namazını orduyla birlikte kıldıktan sonra dua etmiş, askerine karşı etkili bir konuşma yapmıştı. Tarihçi Celâlzâde Mustafa Çelebi, padişahın bu hitaplarından sonra son derece duygulanan binlerce askerin göz yaşlarını tutamadığını yazar.

MUHTEŞEM BİR İMHA SAVAŞI

Aradan saatler geçmesine rağmen Türklerin yerlerinden kımıldamaması üzerine Macarlar ikindi vakti taarruza geçtiler. Kanûnî’nin emriyle Rumeli sipahileri ikiye ayrılıp Macarların araya girmelerine izin verdi. İşte tam bu sırada 300 top birden ateşlendi. Aralıksız süren top ateşi sonucu zırhlı Macar süvarilerinden 25 bini tamamen imha edildi. Macarlara kaçış için sadece Karasu bataklığı tarafı açık bırakılmıştı. Macar ordusunun esir edilenlerin haricindeki büyük bölümü, Kral II. Layoş ve bütün kumandanları da dâhil olmak üzere bu bataklıkta boğuldular. Böylece iki saat içinde tarihte eşine rastlanılmayan bir imha muharebesi gerçekleştirilmiş oluyordu.

Artık ordunun önü açıktı. 11 Eylül’de Macar Krallığı’nın taht şehri Budapeşte savaşsız ele geçirildi. Halk mukavemet etmediği için kimsenin ne canına ne de malına dokunulmadı. Padişah kralın sarayına yerleşti. 17 Eylül’deki Kurban Bayramı burada idrak edildi. Budapeşte’de 13 gün kalan Kanûnî 2 Kasım’da Macaristan fatihi olarak Edirne’ye ulaştığında İstanbul’dan ayrılışının üzerinden 6 ay 20 gün geçmişti.