Önceki iki yazımda, Sultan II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı ve Türk-İslam mimarîsinin ulaştığı en yüksek seviyeyi temsil eden Edirne Selimiye Camii’nden çokça bahsetmiştim. Mimar Sinan’ın 80’ini aştığı yıllarda tamamladığı ve ustalık eserim dediği bu şaheseri, ayrı bir yazı konusu yapmadan geçmeye gönlüm razı olmadı.

2000’de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Mirası listesine dâhil edilen ve 2011’de Dünya Mirası olarak tescil edilen bu muazzam eseri, bütün yönleriyle tek bir makalede anlatmanın imkânsız olduğunu da söylemeliyim.

ŞEHRE HÂKİM BİR TEPEDE

Öncelikle Ser-mi’mârân-ı hâssa Sinan Ağa, bir ova şehri olan Edirne’de, caminin inşa edileceği mekân olarak şehrin merkezindeki 70 metre kadar yüksek bir alanı seçmekle bu konudaki maharetini göstermiştir. Gerek Rumeli istikametinden gerekse İstanbul’dan Edirne’ye yaklaşırken daha 10-15 kilometre mesafeden önce caminin minareleri görünmekte, daha da yaklaştıkça yavaş yavaş kubbesiyle ve bütün kütlesiyle ortaya çıkmaktadır.

Selimiye Camii, dikdörtgen biçiminde ve 25 dönüm civarında bir avlunun ortasında yer alır. Toplam 2.475 metrekare olan revaklı avlu ile caminin harim bölümü yaklaşık aynı büyüklükte dikdörtgen alanlara oturur. Cami sarımtırak renkte kesme taş malzeme ile inşa edilmiştir. Caminin kıble duvarı önünde, güneydoğuda Dârülhadîs Medresesi ve güneybatıda Dârülkurrâ Medresesi yer alır. Medreseler günümüzde, Edirne Türk İslâm Eserleri Müzesi ve Selimiye Vakıf Müzesi olarak kullanılmaktadır. Batıda ise arasta ve sıbyan mektebi bulunur.

DÜNYADA BİR NUMARA

Caminin doğu batı aksında 31,22 metre, kuzey-güney aksında ise 31,7 metre çapında ve 99 metre çevreye sahip kubbesi, Ayasofya’nın kubbesiyle hemen hemen aynı büyüklüktedir. Ancak Ayasofya’nın kubbesi oval ve basık, Selimiye’nin kubbesi ise yarımküredir. Selimiye’nin kubbesi yaklaşık 2000 ton ağırlığındadır. Kubbenin sadece kilit taşı 5 ton, ana kubbeyi kaplayan kurşun kaplama yaklaşık 18 ton civarındadır. Kilit taşının üzerinde 5 metre yüksekliğinde altın kaplama bir alem yer alır.

Yerden 42,25 metre yüksekliğindeki kubbe, altısı serbest, ikisi mihrap bölümünün köşelerinde yer alan ve onikigen sekiz adet pâyeye oturur. Altı serbest pâyenin ikisi kuzeyde, dördü yanlardaki duvarlara yaklaştırılmış olup ortadaki büyük alan merkezî kubbe altında bölünmeden toplanmış, böylece geniş ve ferah bir mekân elde edilmiştir. Sanki havada asılı bulunduğu intibaını veren kubbenin sağladığı mekân bütünlüğü bakımından zirveye çıkmış olan Selimiye, Süleymaniye dâhil bütün selatin camileri ve Ayasofya’yı geride bırakmış, bu özelliğiyle dünya sanat tarihine geçmiştir.

ÜÇLÜ MERDİVEN SİSTEMİ

Caminin dört köşesinde bulunan 3,8 metre çapındaki minareler, külaha kadar 70,56 metre, alem dâhil 85,67 metre yüksekliğindedir. Dördü de üçer şerefeli olan minareler, yukarı çıktıkça daralan yivli silindirik gövdelere sahiptir. Güneyde, revaklı avlu ile ana kütlenin birleştiği noktalarda yer alan iki minarenin şerefelerine, birbirinden bağımsız 248’er basamaklı üç ayrı merdivenle çıkılır. Bir başka deyişle bu iki minarede üç ayrı kişi birbirini görmeden ayrı şerefelere ulaşabilir. Osmanlı mimarları tarafından daha önce de denenmiş olan üçlü döner merdiven sistemi, şerefelere ulaşmayı sağladığı gibi duvar çeperlerine saplanan basamak taşları sayesinde mukavemeti artıran bir iç bağlantı elemanı görevi de üstlenmektedir.

Güneydeki iki minarenin taş oymaları çukur, kuzeyde yani giriş tarafındaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi bir bütün olarak göğe doğru uzanıyormuş gibi gösterir.

Bir sonraki yazımda Selimiye Camii’nin herkesçe bilinmeyen bazı sırlarından bahsedeceğim.